Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat Demek Daha Uygun Olmaz mı?
Şüphesiz, hakkıyla sünnet ve cemaat ehli sadece selefilerdir. “ Bizler diyoruz ki, sünnet ve cemaat ehli, selefin ta kendisidir. Bu sıfatın onlardan başkasına verilmesi asla doğru olmaz ( İbn-i Useymin Bk. Şerhu Akidetül Vasıtıyye 1/54 )
Ancak, -selefin meşru isimlerinden biri olmakla beraber- ehl-i sünnet ve’l cemaat isminin, meteahhir asırlarda kapsamı genişletilmiş, eş-ariler ve maturidiler bile, ehl-i sünnet vel’ cemaat dairesine –ismen de olsa- ilhak edilmişlerdir. Bununla da yetinilmeyip, ehl-i sünnet ismi, rafiziler dışındaki tüm fırkaların genel bir ismi haline getirilerek, şii olmayan manasında “sünni” veya ehl-i sünnet denilmeye başlanmıştır ki, bunun ülkemizdeki karşılığı, alevî olmayanlar manasında, mezhebi , meşrebi, akidesi ne olursa olsun, herkes için kullanılabilen sünnî kavramıdır.
Öyleyse ortada Ehl-i Sünnet ve’l Cemaatin üç ayrı kullanım şekli vardır.
Birincisi ; ehl-i sünnet-i mahda veya ehl-i sünnet-i hassa denilen selef ve selefilerdir.
“ Ehl-i sünnet-i hassa ismiyle kastedilen zümre olan selefiyye, Hz. Peygamber ve sahabelerin inançta takip ettikleri yolu doğrudan doğruya izleyen gruptur. Tabiun, mezhep imamları, büyük müctehitler ve hadisçiler selefiyedendir. Eş’arîlik ve Maturîdîlik ortaya çıkıncaya kadar, Sünni Müslüman çevrede hakim olan inanç selef inancıdır. İmam Şafii, Malik, Ahmed b Hambel, -bir kısım gürüşleri itibari ile- Ebu Hanife, Evzai, Sevri gibi müctehid imamlar, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Darimi, İbn-i Mende, İbn-i Kuteybe ve Beyhaki gibi hadisçiler, Taberi, Hatib el-Bağdadi, Tahavi, İbn-ül Cevzi ve İbn-i Kudame gibi bilginler, selef düşüncesinin önde gelen bilginleri arasında sayılabilir. ( Bk. İlmihal 1. Cild İman ve İbadetler s.24 Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları ).
İkincisi ; selefilerle beraber, sıfatların bir kısmını ispat edip, büyük bir kısmını tevil ve tahrif ile ilhad yoluna giden Eş-ariler ve Maturidilerdir.
“ ( Ehl-i sünnet ve’l cemaat’e ) muhalefet edenler, onların kapsamına girmezler. Örneğin Eş’ariler ve Maturîidîler, bu bab da, ehl-i sünnet ve’l cemaat ten sayılmazlar. Çünkü onlar Allah ın sıfatlarını gerçek anlamda kabul etme noktasında, Nebi ( aleyhissalatu vesselam) ın ve sahabesinin yoluna muhalefet etmektedirler. Bundan dolayı, ehl-i sünnet ve’l cemaat üç grup, yani selefîler, eş-ariler ve maturidilerdir diyen kimse yanılmaktadır. Bu bir hatadır.
Diyoruz ki, kendi aralarında ayrılık içinde olmalarıyla beraber, nasıl olur da hepsi ehl-i sünnet olabilirler? Hakkın dışındaki, sapıklıktan başka bir şey değil de nedir?!
Her biri diğerine karşı çıkarken, nasıl olurda hepsine birden sünnet ehl-i denilebilir.?! Bu mümkün değildir. Birbirine zıt iki şeyin bir arada olması mümkün ise, evet olabilir. Yok eğer bu muhalse, şüphesiz onlardan yalnızca bir tanesi sünnet üzerinedir.
Peki o hangisidir? Eş‘arilik mi? Maturidilik mi? Yoksa Selefîlik mi?
Diyoruz ki, sünnete uyan sünnet sahibidir. Sünnet’e muhalefet eden ise sünnet üzere olamaz. Biz deriz ki, ehl-i sünnet ve’l cemaat yalnızca seleftir. Bu vasıf onlardan başkası için asla doğru olmaz ( İbn-i Useymin Şerh-u Akidetül Vasitiye 1-53/54
“Rab ( subhanehu ve teala ) göklerin üzerindeki yüksekliğin ve tahtının üzerine çıktığını ispat etmeyen biri, nasıl ehl-i sünnet ve’l camaatten sayılabilir. Kur an ın harfleri mahluktur diyen, Allah’ın ses ve harf ile konuşmadığını söyleyen, müminlerin rablerini gözleriyle göreceklerini ispat ediyor olmadığı halde, ru’yet’i kabul edip bunu da, Allah ın görenin kalbinde halk edeceği ziyade bir bilgi olarak açıklayan, iman tasdikten ibarettir diyen ve bunlar dışında ehl-i sünnet ve’l cemaate muhalif bilindik sözler söyleyenler, nasıl ehl-i sünnet ve’l cemaat olabilirler?! (Süleyman b. Suhman bk. Levamiü’l-Envarü’l-Behiyye- Seffârînî sy 73 – hamiş)
“ Eş’ariler de –mesela- bizde ehl-i sünnet ve’ l cemaatiz diyorlar. Bu doğru değildir. Çünkü onların üzerinde oldukları yol, ehl-i sünnet ve’l cemaatin menheci değildir. Mutezile de aynı şekilde kendisini muvahhid diye isimlendirmektedir.
“Herkes bir bağı olduğunu iddia ediyor Leyla’yla
Leyla onların bu iddialarını onaylıyor olmasada”
Ehl-i sünnet ve’l cemaat mezhebinden olduğunu söyleyen, ehl-i sünnet ve’l cemaatin yoluna uyup, muhalifleri terk eder. Ancak yok, eğer istenilen şey, -meselde söylendiği gibi- dabb ve nûn u bir araya toplamak, yani çöl hayvanlarıyla deniz hayvanlarını birleştirmek, su ile ateşi aynı kefeye koymaksa, ehl-i sünnet ve’l cemaat, havaric, mutezile, hizbîler ve (moderen Müslüman) denilen kimselerle asla beraber muhalaza edilemez. Yapılmak istenilen şey, ehl-i zamanın dalaletleri ile selefî menheci bir araya getirmeye çalışmaktır. Oysa “ bu ümmetin evvelkileri ne ile salah bulmuşlarsa, sonrakilerin ıslahıda ondan başkasıyla olmayacaktır.( Salih el-Fevzan bk. El’ecvibetül Müfide s.18-19 )
Üçüncüsü ; Şii ve rafizi olmayan kıble ehlinin tamamıdır.
Bunların üzerine, bir de bu asırda, uluhiyet ve sıfatlar meselelerinde selefin itikadını benimsemekle beraber, Allah’a da’vette kınanmış hizbîlik yolunu tutan, yöneticilerle muamelede ve tekfirde hariciliğe sapmış, ıslah yöntemi olarak, -hakikati yeryüzünde fesad çıkarma olan- cihat(!) çığırtkanlığı yapan, ehl-i bid’at ve dalalete karşı takınılacak tavırda selefin koyduğu net çizginin dışına çıkarak onlarla kaypak ve şahsiyetsiz bir tutumla muamele eden bazı zümre ve zümreler zuhur etmiştir ki, bunlar da, safları bölmemek(!), veya itikatta bile olsa muhalifi incitip ürkütmemek için, politik olarak ehl-i sünnet ve’l cemaat isimini öne çıkarmak istemekte, ve mümkün mertebe selefî isminden imtina etmektedirler.
Madem ki, bir şekilde, -rafıziler dışında- yetmiş üç fırkanın tamamı ehl-i sünnet ve’l cemaat kapsamına sokulmuştur ve madem ki dinin sahibinin muradı, hak ile batıl arasının ayrışması, hakkın batıldan tebarüz etmesidir, bizler de bizden görünenlerin politik olarak kullandıkları,- şer-i isimlerimizden biri olsa da – ehl-i sünnet ve’l cemaat isminden ziyade, saflar arası ayrılıp, iştibah ortadan kalksın, ehl-i hak ile ehl-i batıl arası belirginleşsin diye, kırmızı çizgiler çizip vurgulayarak, -önderlerimizden Şeyh el-Elbani’nin de her dem işaret ettiği gibi- “selefî” ismimizi ön palana çıkarmayı daha münasip görüyoruz.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment