Cematle tesbih çekmek bidat midir?
İmam Darimi Süneninde, Abdullah bin Mes’ud -radiyallahu anhu-’dan, rivayet ediyor.1
İmam Darimi, Hakem bin Mübarek bize, Amr bin Yahya’dan rivayet etti dedi, o da babamdan bize babasından rivayet etti dedi:
Biz, sabah namazından önce Abdullah b. Mes’ud’un kapısının önünde oturuyorduk, çıkınca beraber mescide gidecektik, yanımıza Ebu Musa el Eşari geldi ve dedi ki:
- “Ebu Aburrahman henüz evinden çıkmadı mı?
- O’na “Hayır, çıkana kadar bizle otur” dedik.
Sonra Abdullah ibni Mes’ud çıktı ve topluca ona yöneldik. Ebu Musa ona dedi ki:
- “Ey Ebu Abdurrahman, mescitte bilmediğim bir şey gördüm ve elhamdulillah bu gördüğümü ben hayır zannediyorum.” dedi.
- Abdullah b. Mes’ud “O gördüğün nedir?” diye sordu.
- O da, “Eğer yaşarsan sen de göreceksin...”, “Mescitte halkalar şeklinde oturmuş namazı bekleyen bir topluluk gördüm, her halkada bir adam vardı ve halkadakilerin ellerinde taşlar vardı. O adam “yüz kere tekbir edin” diyor tekbir getiriyorlar, “yüz kere lâ ilâhe illâllah deyin” diyor onlarda lâ ilâhe illâllah diyorlar, “yüz kere tesbih edin” diyor tesbih ediyorlardı.”
- Abdullah b. Mes’ud “peki, sen onlara ne dedin?” dedi.
- Ebu Musa da “Onlara bir şey demedim, senin görüşünü veya emrini bekledim.” diye cevap verdi.
- Bunun üzerine Abdullah b. Mes’ud “Onlara günahlarını saymalarını emretmedin mi, ve hasenatlarının zayi olmayacağını söylemedin mi?”
Sonra bu halkalardan birinin başına hep beraber gidip, durduk. Abdullah b. Mes’ud halkadakilere şöyle dedi:
- “Sizler böyle ne yapmaktasınız, bu gördüklerim de nedir?”
- “Ey Ebu Abdurrahman, bu taşlarla tekbirlerimizi, tehlillerimizi ve tesbihlerimizi sayıyoruz.”
- Đbn Mesud ta “Günahlarınızı sayın, ben size garanti ederim ki hasenatınızdan birşey eksilmeyecek. Yazıklar olsun ey ümmet-i Muhammed ne çabuk helak oldunuz! İşte onlar Nebi -sallallâhu aleyhi ve sellem- in sahabesi, aramızdalar ve bakın (kullandığı) elbiseleri, kapları henüz eskimedi bile. Nefsim elinde olana yemin ederim ki siz ya Muhammed’in dininden daha iyi bir din üzeresiniz ya da dalâlet kapısını açmaktasınız.”
- Halka da olan insanlar da “Vallahi ey ebu Abdurrahman biz hayırdan
başka bir şeyi yapmak niyetinde değildik.” dediler.
- Bunun üzerine İbn Mesud: “Nice hayır isteyen vardır ama ona muvaffak olamaz. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir kavimden bahsetti ki onlar Kur’an okuyacaklar boğazlarından geçmeyecek. Allah’a yemin ederim ki bilmiyorum belki de onların çoğu sizdendir” dedi ve onlara sırtını dönüp gitti.
Amr bin Seleme dedi ki: “O halkadakileri, Nehrevan günü (Haricilerle yapılan savaşta), haricilerin safında onlarla beraber bize karşı kılıç sallarken gördük.”
*********************************************************************************************************************
1 Hadisin tahrici için bkz: es’Silsiletu’s-Sahiha, hadis no: 2005
Thursday, March 12, 2009
Monday, March 2, 2009
Seyyid Kutub’un kitapları okunur mu ?
Seyyid Kutub’un kitapları okunur mu ?
Allame Şeyh Muhammed Salih el-Useymin -rahimehullah-
Soru: Gençlere, Seyit Kutub’un kitaplarını, özellikle de “Fizilali Kuran”, “yoldaki işaretler” ve “beni neden idam ettiler” adlı eserlerini okumalarını tavsiye eden kişi hakkında ki görüşünüz nedir?
Cevap: Benim görüşüm şöyledir -Allah seni mübarek kılsın-. Allah'a, rasulüne ve Müslüman kardeşlerine nasihat etmek isteyen kimse, insanları eski alimlerin yazdığı tefsir ve diğer kitapları okumaya teşvik eder. O kitaplar daha bereketli ve sonradan gelenlerin kaleme aldıklarından daha güzeldir.Seyyit Kutup’un -rahimehullah- tefsirinde çok büyük yanlışlar vardır. Allah’tan,onun günahlarını affetmesini umarız. O, istivanın tefsirinde ve “kul huvallahu ahad” suresinin tefsirinde ve bazı peygamberleri ağza alınmayacak şeylerle
nitelemesinde çok büyük yanlışlara düşmüştür. 1
Muhaddis Şeyh el-Elbani -rahimehullah-
1- Şeyh el-Elbani, “El-Avasim mimma fi kutubi Seyyid Kutub mine’l-Kavasim” adlı kitabın sonuna şu dipnotları düşmüştür:“Seyyit Kutub’a verdiğin tüm reddiyeler hak ve doğrudur. Bu reddiyelerini okuyan ve az da olsa İslam kültürüne sahip olan okuyucu, Seyyit Kutup’un İslam dininin usul ve ferini bilmediğini anlar. Kardeşim (Rabi) bu kişinin İslam dini hakkında ki cehaletini ve inhirafını ortaya koymandan dolayı Allah Teala senin en güzel bir sekilde karşılığını versin.” 2
2- Şeyh bir kiŞiyle tartışırken konuya girerek Şöyle diyor: “Ben bir keresinde Seyyit Kutup’la alakalı olarak konuŞmustum. Sen Abdullah Azzam’ı tanır mısın?
Adam: Evet tanırım.
Şeyh: Allah hayrını versin. Abdullah Azzam burada Müslüman kardeşler cemaatindendi. Kısa zaman önce yaklaŞık yedi, sekiz sene kadar oluyor,Müslüman kardeşler el-Elbani’yi, derslerini ve onun davetiyle ilgili her şeyi boykot etme kararı aldılar. Abdullah Azzam Müslüman kardeşler içinde el-Elbani’nin tüm derslerine gelen ve bu dersleri hiç kaçırmayan tek kişiydi. Elinde küçük bir defter ve kalemle dersi dinler ve notlar alırdı. Bu şahsı biz gerçekten sevmiştik. Ancak o, el-Elbani’nin boykot edilme kakarı çıkınca, derslerimize katılmaz oldu. Bir defasında namazdan çıkarken, onunla Şuheyb camisinde karşılaştım. Selam verdim ve doğal olarak oda selamı mı aldı ama utangaç bir tavırdaydı. Çünkü alınan karara muhalefet edemezdi.
Ben ona, “bu tavır ne böyle, İslam size bunu mu emrediyor dedim?” Oda bana,
“bu yaz bulutudur, yakında açılır” diye yanıt verdi. Günler sonra evime ziyaretime gelmiş ne var ki beni evde bulamamış. Daha sonra, benim nerde olduğumu soruşturarak, damadımın evinde olduğumu öğrenmiş. O vakitler damadımın evi, şehir merkezindeydi. Bir gün gelip, kapıyı çaldı ve içeri girdi. Ona “hoş geldin” dedik. Bana, sizin evinize geldim, ama evde kimse yoktu. Bildiğiniz üzere ben sizin ilminizden faydalanma konusunda çok azimliyim” dedi ve benzeri cümleler kurdu. Bende ona, “evet bende öyle biliyordum ancak bu alınan boykot kararı da neyin nesidir dedim?” O da bana, “çünkü sen Seyyit kutup’u tekfir etmişsin” dedi.
- İşte olayın şahit/ilgili bölümü burası -.
Ben de ona, “sen ne diyorsun? Ben mi tekfir etmişim Seyit Kutup'u” dedim?” O da, “sen, Seyyit Kutup, Hadid suresinde ve zannedersem “Kul huvallahu ehad” suresinde vahdetulvucud akidesini ispat ediyor demişsin” diye bana yanıt verdi. Ben ona, “evet tasavvufçuların sözünü nakletmiş ve onun bu sözünden vahdetulvucud sözünü söylediğinden baska bir şey anlaşılmamakta. Ancak sen derslerime gelen birisi olarak bizleri en iyi tanıyanlardan birisisin. Bizim bir kuralımız var, Bizler insanları küfre düşseler bile ancak hüccet ikame ettikten sonra tekfir ederiz. Ben yanı dibinizdeyken, böyle bir boykot kararını nasıl alırsınız. Bir kişi gönderip, neden Seyit Kutup’u tekfir ettiğimin doğruluğunu araştırmıyorsun?” O gün damadım Nizam’ın evine geldiğinde yanında Ali es-Sitri de vardı. Ona “Seyyit Kutup şu surede şöyle şöyle diyor….” dedim. O da kalkıp, “Seyyit Kutup'un kitaplarının baska bir yerinde Allah’a, rasulüne ve tevhide iman ettiğini bize gösterdi …” Ona şöyle dedik: “Bak kardeşim onun söylediği doğrular hakkında biz bir şey demedik. Bizim karşı çıktığımız sey onun kaleme aldığı yanlış söylemleri, ortaya koyduğu batıllarıdır”. Tüm bu açıklamalarımıza rağmen, adı geçen bu şahıs, Müçtema adlı dergide, “Şeyh el-Elbani, Seyyit Kutup’u tekfir ediyor” başlıklı birkaç makale daha yayınladı. Olay gerçekten çok uzun. Bizi ilgilendiren tarafı ise, bizler ona meramımızı anlatıyor ne demek istediğimizi söylüyoruz, o kalkıp arkamızdan “el-Elbani Seyyit Kutup’u tekfir ediyor” diyor. Bu adam aynı, “Şeyh el-Elbani Seyyit Kutup’u falanca yerde övdü” diyen kimse gibidir. Bu insanlar heva sahibi kişilerdir. Elimizden, onlar için Allah’a dua etmekten başka bir şey gelmemektedir.
[İnsanları, imana gelsinler diye sen mi zorlayacaksın]” Yunus/99 3
Allame Şeyh Abdulaziz b. Baz -rahimehullah-
1- Seyyit Kutup “Kutubun ve Şahsiyatun” adlı kitabının 242. sayfasında Muaviye b. Ebi Süfyan ve Amr b. el-As’ın hakkında şöyle demektedir: “Muaviye ve arkadası Amr, Ali’ye olan üstünlüklerini, kişilerin içini iyi bilmekle ve uygun zamanda en uygun bir sekilde davranma konusunda daha tecrübeli
olmakla değil, her türlü silahı kullanmada özgür olmalarından dolayı kazanmışlardır. Buna karşılık Ali’nin ahlakı, verdiği bu mücadelede sadece uygun araçları kullanmada sınırlı kılıyordu.Muaviye ve arkadası yalana, sahtekârlığa, hileye, münafıklığa, rüşvete ve kişileri satın almaya meylederken, Ali bu aşağılık konuma inemezdi. Bu yüzden o ikisinin başarması ve Ali’nin kaybetmesi normaldi. Ama bu kaybetme öyle bir kaybetmedir ki, her türlü elde edilen başarıdan daha şereflidir.”
Allame Şeyh Abdulaziz b. Baz’a -rahimehullah- bu sözler okunup, soru sorulunca şöyle cevap verdi: “çok çirkin bir söz, bu çok çirkin bir söz, Bu sözlerde Muaviye ve Amr b. el-As’a sövme vardır. Bu sözün tümü çok çirkin ve münkerdir. Muaviye, Amr ve onlarla beraber olanlar müçtehittirler ve hata etmişlerdir. Müçtehitler hata ettiklerinde Allah onları affeder. Allah bizleri de affetsin.”
Soruyu soran kişi: “Muaviye ve Amr hakkında münafıklık kelimesini kullanmasından dolayı bu kişi tekfir edilir mi?”
Şeyh: “Bu söz hatadır ve yanlıştır. Sahabelerden bazısına yada birine sövmesi münkerdir ve fısıktır. Bu sözün sahibine edep öğretilmeli, Allah bizleri korusun !Ancak sahabelerin çoğuna söver yada onlara fasık derse mürted olup dinden çıkar. Çünkü sahabeler bu dinin tasıyıcıları, nakledicileridir. Onlara sövmek,dine dil uzatmak manasına gelir.”
Soran kisi: “İçinde bu türden sözler içeren kitaplar yasaklanmalı mıdır sizce?”
Şeyh: Bu kitapların parçalanıp, yırtılması gerekir.
Şeyh: Bu söylenenler gazetede mi yazıyor?
Soran kisi: Hayır, bir kitapta yazıyor.
Şeyh: Kimin kitabı?
Soran kisi: Seyyit Kutup’un kitabında
Şeyh: Bu çok çirkin bir söz
Soru soran kisi: bu sözler onun “Kutubun ve Şahsiyatun” adlı kitabında geçmekte. 4
2- Seyyit Kutup -Allah onu affetsin- “Fizilali Kuran” adlı tefsirinde “Rahman arşa istiva etti” ayetiyle ilgili olarak söyle demiştir:
“Arşa istiva etme konusunda şöyle diyebiliriz, bu arşın üzerinde hâkimiyet
kurmadan kinayedir.” 5
Allame Şeyh Abdulaziz b. Baz –rahimehullah- dedi ki:
“Bu fasid bir sözdür. İstivanın manasına hakimiyet kurma diyerek, istivanın manasını ispat etmemiş, bilinen manasını da inkar etmiştir. İstivanın manası arşın üzerine çıkmaktır. Onun bu sözü batıldır. Bunlar bize, onun zavallı ve tefsir konusunda yolunu şaşırmıs olan birisi olduğunu göstermektedir. Derste bulunanlarda birisi Şeyh’e, “bazı kişiler sürekli olarak bize bu kitabı okumamızı tavsiye ediyor” diyince, Şeyhte ona “hayır bunu söyleyen yanlış yapmıştır, bu yanlıştır” diye cevap vererek, “inşallah onun hakkında yazı yazacağız” dedi.6 7
----------------------------------------------------------------------------------------------------
1 “Akvalu’l-Ulema fi ibtali kavaidi ve makalati Adnan Arur” adlı kaset. Daha sonra seyh
1421.02.24 tarihinde üzerine imza atmıstır.
2 Hayatının sonunda kendi el yazısıyla yazdığı not. Genis bilgi için bkz: “el-Avasim fi kutubi
Seyyid Kutub mine’l-Kavasim.”
3 Seyh’e ait “Mefahimu yecibu en tusahhah” adlı kaset.
4 Riyazussalihin Serhi, 1416.07.18 Pazar.
5 Bkz: Fizilali Kuran 4/2328, 6/3408, 12. Baskı, 1406 Daru’l-Đlim.
6 Tescilatu Minhac’i-Sünne, Riyad 1413, Bu konusma seyhin Riyad’ta evinde yaptığı ders
sırasında kayıt edilmistir.
7 Daha genis bilgi ve diğer ehli sünnet alimlerinin de görüslerini duymak için kendi orijinal
sesleriyle kayıt edilen kaset için bkz:
http://www.sahab.net/forums/showthread.php?t=365231
Allame Şeyh Muhammed Salih el-Useymin -rahimehullah-
Soru: Gençlere, Seyit Kutub’un kitaplarını, özellikle de “Fizilali Kuran”, “yoldaki işaretler” ve “beni neden idam ettiler” adlı eserlerini okumalarını tavsiye eden kişi hakkında ki görüşünüz nedir?
Cevap: Benim görüşüm şöyledir -Allah seni mübarek kılsın-. Allah'a, rasulüne ve Müslüman kardeşlerine nasihat etmek isteyen kimse, insanları eski alimlerin yazdığı tefsir ve diğer kitapları okumaya teşvik eder. O kitaplar daha bereketli ve sonradan gelenlerin kaleme aldıklarından daha güzeldir.Seyyit Kutup’un -rahimehullah- tefsirinde çok büyük yanlışlar vardır. Allah’tan,onun günahlarını affetmesini umarız. O, istivanın tefsirinde ve “kul huvallahu ahad” suresinin tefsirinde ve bazı peygamberleri ağza alınmayacak şeylerle
nitelemesinde çok büyük yanlışlara düşmüştür. 1
Muhaddis Şeyh el-Elbani -rahimehullah-
1- Şeyh el-Elbani, “El-Avasim mimma fi kutubi Seyyid Kutub mine’l-Kavasim” adlı kitabın sonuna şu dipnotları düşmüştür:“Seyyit Kutub’a verdiğin tüm reddiyeler hak ve doğrudur. Bu reddiyelerini okuyan ve az da olsa İslam kültürüne sahip olan okuyucu, Seyyit Kutup’un İslam dininin usul ve ferini bilmediğini anlar. Kardeşim (Rabi) bu kişinin İslam dini hakkında ki cehaletini ve inhirafını ortaya koymandan dolayı Allah Teala senin en güzel bir sekilde karşılığını versin.” 2
2- Şeyh bir kiŞiyle tartışırken konuya girerek Şöyle diyor: “Ben bir keresinde Seyyit Kutup’la alakalı olarak konuŞmustum. Sen Abdullah Azzam’ı tanır mısın?
Adam: Evet tanırım.
Şeyh: Allah hayrını versin. Abdullah Azzam burada Müslüman kardeşler cemaatindendi. Kısa zaman önce yaklaŞık yedi, sekiz sene kadar oluyor,Müslüman kardeşler el-Elbani’yi, derslerini ve onun davetiyle ilgili her şeyi boykot etme kararı aldılar. Abdullah Azzam Müslüman kardeşler içinde el-Elbani’nin tüm derslerine gelen ve bu dersleri hiç kaçırmayan tek kişiydi. Elinde küçük bir defter ve kalemle dersi dinler ve notlar alırdı. Bu şahsı biz gerçekten sevmiştik. Ancak o, el-Elbani’nin boykot edilme kakarı çıkınca, derslerimize katılmaz oldu. Bir defasında namazdan çıkarken, onunla Şuheyb camisinde karşılaştım. Selam verdim ve doğal olarak oda selamı mı aldı ama utangaç bir tavırdaydı. Çünkü alınan karara muhalefet edemezdi.
Ben ona, “bu tavır ne böyle, İslam size bunu mu emrediyor dedim?” Oda bana,
“bu yaz bulutudur, yakında açılır” diye yanıt verdi. Günler sonra evime ziyaretime gelmiş ne var ki beni evde bulamamış. Daha sonra, benim nerde olduğumu soruşturarak, damadımın evinde olduğumu öğrenmiş. O vakitler damadımın evi, şehir merkezindeydi. Bir gün gelip, kapıyı çaldı ve içeri girdi. Ona “hoş geldin” dedik. Bana, sizin evinize geldim, ama evde kimse yoktu. Bildiğiniz üzere ben sizin ilminizden faydalanma konusunda çok azimliyim” dedi ve benzeri cümleler kurdu. Bende ona, “evet bende öyle biliyordum ancak bu alınan boykot kararı da neyin nesidir dedim?” O da bana, “çünkü sen Seyyit kutup’u tekfir etmişsin” dedi.
- İşte olayın şahit/ilgili bölümü burası -.
Ben de ona, “sen ne diyorsun? Ben mi tekfir etmişim Seyit Kutup'u” dedim?” O da, “sen, Seyyit Kutup, Hadid suresinde ve zannedersem “Kul huvallahu ehad” suresinde vahdetulvucud akidesini ispat ediyor demişsin” diye bana yanıt verdi. Ben ona, “evet tasavvufçuların sözünü nakletmiş ve onun bu sözünden vahdetulvucud sözünü söylediğinden baska bir şey anlaşılmamakta. Ancak sen derslerime gelen birisi olarak bizleri en iyi tanıyanlardan birisisin. Bizim bir kuralımız var, Bizler insanları küfre düşseler bile ancak hüccet ikame ettikten sonra tekfir ederiz. Ben yanı dibinizdeyken, böyle bir boykot kararını nasıl alırsınız. Bir kişi gönderip, neden Seyit Kutup’u tekfir ettiğimin doğruluğunu araştırmıyorsun?” O gün damadım Nizam’ın evine geldiğinde yanında Ali es-Sitri de vardı. Ona “Seyyit Kutup şu surede şöyle şöyle diyor….” dedim. O da kalkıp, “Seyyit Kutup'un kitaplarının baska bir yerinde Allah’a, rasulüne ve tevhide iman ettiğini bize gösterdi …” Ona şöyle dedik: “Bak kardeşim onun söylediği doğrular hakkında biz bir şey demedik. Bizim karşı çıktığımız sey onun kaleme aldığı yanlış söylemleri, ortaya koyduğu batıllarıdır”. Tüm bu açıklamalarımıza rağmen, adı geçen bu şahıs, Müçtema adlı dergide, “Şeyh el-Elbani, Seyyit Kutup’u tekfir ediyor” başlıklı birkaç makale daha yayınladı. Olay gerçekten çok uzun. Bizi ilgilendiren tarafı ise, bizler ona meramımızı anlatıyor ne demek istediğimizi söylüyoruz, o kalkıp arkamızdan “el-Elbani Seyyit Kutup’u tekfir ediyor” diyor. Bu adam aynı, “Şeyh el-Elbani Seyyit Kutup’u falanca yerde övdü” diyen kimse gibidir. Bu insanlar heva sahibi kişilerdir. Elimizden, onlar için Allah’a dua etmekten başka bir şey gelmemektedir.
[İnsanları, imana gelsinler diye sen mi zorlayacaksın]” Yunus/99 3
Allame Şeyh Abdulaziz b. Baz -rahimehullah-
1- Seyyit Kutup “Kutubun ve Şahsiyatun” adlı kitabının 242. sayfasında Muaviye b. Ebi Süfyan ve Amr b. el-As’ın hakkında şöyle demektedir: “Muaviye ve arkadası Amr, Ali’ye olan üstünlüklerini, kişilerin içini iyi bilmekle ve uygun zamanda en uygun bir sekilde davranma konusunda daha tecrübeli
olmakla değil, her türlü silahı kullanmada özgür olmalarından dolayı kazanmışlardır. Buna karşılık Ali’nin ahlakı, verdiği bu mücadelede sadece uygun araçları kullanmada sınırlı kılıyordu.Muaviye ve arkadası yalana, sahtekârlığa, hileye, münafıklığa, rüşvete ve kişileri satın almaya meylederken, Ali bu aşağılık konuma inemezdi. Bu yüzden o ikisinin başarması ve Ali’nin kaybetmesi normaldi. Ama bu kaybetme öyle bir kaybetmedir ki, her türlü elde edilen başarıdan daha şereflidir.”
Allame Şeyh Abdulaziz b. Baz’a -rahimehullah- bu sözler okunup, soru sorulunca şöyle cevap verdi: “çok çirkin bir söz, bu çok çirkin bir söz, Bu sözlerde Muaviye ve Amr b. el-As’a sövme vardır. Bu sözün tümü çok çirkin ve münkerdir. Muaviye, Amr ve onlarla beraber olanlar müçtehittirler ve hata etmişlerdir. Müçtehitler hata ettiklerinde Allah onları affeder. Allah bizleri de affetsin.”
Soruyu soran kişi: “Muaviye ve Amr hakkında münafıklık kelimesini kullanmasından dolayı bu kişi tekfir edilir mi?”
Şeyh: “Bu söz hatadır ve yanlıştır. Sahabelerden bazısına yada birine sövmesi münkerdir ve fısıktır. Bu sözün sahibine edep öğretilmeli, Allah bizleri korusun !Ancak sahabelerin çoğuna söver yada onlara fasık derse mürted olup dinden çıkar. Çünkü sahabeler bu dinin tasıyıcıları, nakledicileridir. Onlara sövmek,dine dil uzatmak manasına gelir.”
Soran kisi: “İçinde bu türden sözler içeren kitaplar yasaklanmalı mıdır sizce?”
Şeyh: Bu kitapların parçalanıp, yırtılması gerekir.
Şeyh: Bu söylenenler gazetede mi yazıyor?
Soran kisi: Hayır, bir kitapta yazıyor.
Şeyh: Kimin kitabı?
Soran kisi: Seyyit Kutup’un kitabında
Şeyh: Bu çok çirkin bir söz
Soru soran kisi: bu sözler onun “Kutubun ve Şahsiyatun” adlı kitabında geçmekte. 4
2- Seyyit Kutup -Allah onu affetsin- “Fizilali Kuran” adlı tefsirinde “Rahman arşa istiva etti” ayetiyle ilgili olarak söyle demiştir:
“Arşa istiva etme konusunda şöyle diyebiliriz, bu arşın üzerinde hâkimiyet
kurmadan kinayedir.” 5
Allame Şeyh Abdulaziz b. Baz –rahimehullah- dedi ki:
“Bu fasid bir sözdür. İstivanın manasına hakimiyet kurma diyerek, istivanın manasını ispat etmemiş, bilinen manasını da inkar etmiştir. İstivanın manası arşın üzerine çıkmaktır. Onun bu sözü batıldır. Bunlar bize, onun zavallı ve tefsir konusunda yolunu şaşırmıs olan birisi olduğunu göstermektedir. Derste bulunanlarda birisi Şeyh’e, “bazı kişiler sürekli olarak bize bu kitabı okumamızı tavsiye ediyor” diyince, Şeyhte ona “hayır bunu söyleyen yanlış yapmıştır, bu yanlıştır” diye cevap vererek, “inşallah onun hakkında yazı yazacağız” dedi.6 7
----------------------------------------------------------------------------------------------------
1 “Akvalu’l-Ulema fi ibtali kavaidi ve makalati Adnan Arur” adlı kaset. Daha sonra seyh
1421.02.24 tarihinde üzerine imza atmıstır.
2 Hayatının sonunda kendi el yazısıyla yazdığı not. Genis bilgi için bkz: “el-Avasim fi kutubi
Seyyid Kutub mine’l-Kavasim.”
3 Seyh’e ait “Mefahimu yecibu en tusahhah” adlı kaset.
4 Riyazussalihin Serhi, 1416.07.18 Pazar.
5 Bkz: Fizilali Kuran 4/2328, 6/3408, 12. Baskı, 1406 Daru’l-Đlim.
6 Tescilatu Minhac’i-Sünne, Riyad 1413, Bu konusma seyhin Riyad’ta evinde yaptığı ders
sırasında kayıt edilmistir.
7 Daha genis bilgi ve diğer ehli sünnet alimlerinin de görüslerini duymak için kendi orijinal
sesleriyle kayıt edilen kaset için bkz:
http://www.sahab.net/forums/showthread.php?t=365231
Monday, February 16, 2009
ŞEYH MUHAMMED B. ÖMER BAZMUL’UN GAZZE’DE YAŞANANLARLA İLGİLİ SORULAN BİR SORUYA VERDİĞİ CEVAP(Birinci Nokta)
ŞEYH MUHAMMED B. ÖMER BAZMUL’UN GAZZE’DE YAŞANANLARLA İLGİLİ SORULAN BİR SORUYA VERDİĞİ CEVAP(1)
Filistin’de, Gazze’de Müslüman kardeşlerimizin yaşadığı sorunlarla ilgili üzerimize düşen görevlerimizi birkaç noktada sıralayabiliriz:
Birinci Nokta:
Müslüman kanının son derece değerli olduğunu ve onu akıtmanın haram olduğunu gözlerimizin önünde tutmalıyız. İbn Mace’nin rivayet ettiği hadiste Abdullah b. Ömer -radiyallâhu anhuma- şöyle demiştir: “ Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- i Kâbe’yi tavaf ederken gördüm. Şöyle diyordu: “(Ey Kâbe!) ne kadar hoşsun, kokun ne kadar güzel! Hürmetin ne kadarda yüce! Nefsimi elinde tutan Allaha yemin ederim ki, Allah nezdinde malı ile canı ile müminin hürmeti dokunulmazlığı, senin hürmetinden daha büyüktür”. Tirmizi’nin İbn Ömer’den rivayet ettiği hadisin lafzı ise şu şekildedir: Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- minbere çıktı ve en yüksek sesiyle seslenerek, şöyle dedi: Ey diliyle iman edipte, henüz iman kalplerine girmemiş olanlar. Müslümanlara eziyet vermeyin, ayıplamayın, onların gizli taraflarını araştırmayın. Zira kim mümin kardeşinin ayıplarını araştırmaya kalkarsa, Allah da onun gizliliklerini takip eder. Allah kimin gizli tarafını araştırsa onu rezil, rüsva eder. İsterse o kişi evinin içinde saklanmış olsun. Bu hadisi rivayet eden Abdullah İbn Ömer -radiyallâhu anhuma- bir gün Kâbe’ye bakıp şöyle demiştir: ‘’Nede büyüksün. Hürmetin/şanın ne büyük, fakat Allah indinde müminin hürmeti/şanı senden çok daha büyüktür.’’ Tirmizi bu hadis hakkında “hasen-ğarib”, Şeyh el-Elbani de Sahihi Süneni’t-Tirmizi kitabında sahih demiştir.
Bakın! Bir Müslüman, Kâbe’yi yerle bir eden bir kişiyi görse, bunu nasıl karşılar, nasıl büyütür değil mi? Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- nefsim elinde olan Allaha yemin ederim ki, Allah nezdinde malı ile canı ile müminin hürmeti dokunulmazlığı, senin hürmetinden daha büyüktür demiştir. İşte, ilk olarak aklımızda bulundurmamız gereken mesele, Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ‘in sünnetine bağlanmış o pak, temiz ve arı mümin nefislere ait dökülen kanın ne kadar şerefli ve dokunulmasının haram oluşudur. Bizler bu akıtılan kanlarla ilgili olarak, bu kanların şerefli ve değerli olduğu ve kalbimizde yerlerinin bu mertebede olduğunu söylemekteyiz. Allah’a yemin olsun ki, Müslümanlara ait bir damla kanın akıtılmasına dahi razı değiliz. O mukaddes toprakları işgal etmiş, azgın düşmanların yapmış oldukları bu vahşiliğe kalbimiz nasıl dayanır. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Kimsenin bu dökülen, hakkı yenen, hürmetine el uzatılan kanları ve o mukaddes toprakları küçümsemeye ve kâfir, günahkâr, azgın ve saldırgan düşmanların bu eylemlerinin onda birine razı olmaya hakkı yoktur.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1)Şeyh’e pazartesi günü okuttuğu “ Fadlu’l-İslam” adlı derste, Gazze’de yaşayan kardeşlerimizin başına gelenler hakkında bizlerin üzerine düşen görev ne dir? Diye bir soru soruldu. Şeyh bu soruya binaen yukarıdaki konuşmayı yaptı.
Filistin’de, Gazze’de Müslüman kardeşlerimizin yaşadığı sorunlarla ilgili üzerimize düşen görevlerimizi birkaç noktada sıralayabiliriz:
Birinci Nokta:
Müslüman kanının son derece değerli olduğunu ve onu akıtmanın haram olduğunu gözlerimizin önünde tutmalıyız. İbn Mace’nin rivayet ettiği hadiste Abdullah b. Ömer -radiyallâhu anhuma- şöyle demiştir: “ Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- i Kâbe’yi tavaf ederken gördüm. Şöyle diyordu: “(Ey Kâbe!) ne kadar hoşsun, kokun ne kadar güzel! Hürmetin ne kadarda yüce! Nefsimi elinde tutan Allaha yemin ederim ki, Allah nezdinde malı ile canı ile müminin hürmeti dokunulmazlığı, senin hürmetinden daha büyüktür”. Tirmizi’nin İbn Ömer’den rivayet ettiği hadisin lafzı ise şu şekildedir: Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- minbere çıktı ve en yüksek sesiyle seslenerek, şöyle dedi: Ey diliyle iman edipte, henüz iman kalplerine girmemiş olanlar. Müslümanlara eziyet vermeyin, ayıplamayın, onların gizli taraflarını araştırmayın. Zira kim mümin kardeşinin ayıplarını araştırmaya kalkarsa, Allah da onun gizliliklerini takip eder. Allah kimin gizli tarafını araştırsa onu rezil, rüsva eder. İsterse o kişi evinin içinde saklanmış olsun. Bu hadisi rivayet eden Abdullah İbn Ömer -radiyallâhu anhuma- bir gün Kâbe’ye bakıp şöyle demiştir: ‘’Nede büyüksün. Hürmetin/şanın ne büyük, fakat Allah indinde müminin hürmeti/şanı senden çok daha büyüktür.’’ Tirmizi bu hadis hakkında “hasen-ğarib”, Şeyh el-Elbani de Sahihi Süneni’t-Tirmizi kitabında sahih demiştir.
Bakın! Bir Müslüman, Kâbe’yi yerle bir eden bir kişiyi görse, bunu nasıl karşılar, nasıl büyütür değil mi? Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- nefsim elinde olan Allaha yemin ederim ki, Allah nezdinde malı ile canı ile müminin hürmeti dokunulmazlığı, senin hürmetinden daha büyüktür demiştir. İşte, ilk olarak aklımızda bulundurmamız gereken mesele, Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ‘in sünnetine bağlanmış o pak, temiz ve arı mümin nefislere ait dökülen kanın ne kadar şerefli ve dokunulmasının haram oluşudur. Bizler bu akıtılan kanlarla ilgili olarak, bu kanların şerefli ve değerli olduğu ve kalbimizde yerlerinin bu mertebede olduğunu söylemekteyiz. Allah’a yemin olsun ki, Müslümanlara ait bir damla kanın akıtılmasına dahi razı değiliz. O mukaddes toprakları işgal etmiş, azgın düşmanların yapmış oldukları bu vahşiliğe kalbimiz nasıl dayanır. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Kimsenin bu dökülen, hakkı yenen, hürmetine el uzatılan kanları ve o mukaddes toprakları küçümsemeye ve kâfir, günahkâr, azgın ve saldırgan düşmanların bu eylemlerinin onda birine razı olmaya hakkı yoktur.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1)Şeyh’e pazartesi günü okuttuğu “ Fadlu’l-İslam” adlı derste, Gazze’de yaşayan kardeşlerimizin başına gelenler hakkında bizlerin üzerine düşen görev ne dir? Diye bir soru soruldu. Şeyh bu soruya binaen yukarıdaki konuşmayı yaptı.
ŞEYH MUHAMMED B. ÖMER BAZMUL’UN GAZZE’DE YAŞANANLARLA İLGİLİ SORULAN BİR SORUYA VERDİĞİ CEVAP(İkinci Nokta)
İkinci Nokta:
Oradaki Müslüman kardeşlerimize, meşru çerçevede yardımcı olmamız gerekir. Onlara şu şekilde yardımcı olabiliriz:
Onlara dua ederek, seher vaktinde, secdelerimizde, yöneticilerin izin vermesi kaydıyla, namazlarda yaptığımız konut dualarımızda dua etmeliyiz. Benim, namazlarda yapılan konut duasını, yöneticinin iznine bağlamama kesinlikle şaşırıp, bu da neyin nesi demeyin. Bizler bilmekteyiz ki, sahabeler döneminde ümmeti İslam sıkıntılı günler yaşamış ama bunlara rağmen, onların camide imam izin vermediği durumlarda konut yaparak duada bulunduğu naklolmamıştır. Bu sebeple, oradaki kardeşlerimize, secdede, yüce Allah’a yönelişlerimizde ve onu zikrederken dua etmeli, mustazaf olan Müslüman kardeşlerimize yardım etmesini niyaz etmeliyiz. Yüce Allah’a niyazda bulunarak, onların üzerlerine çökmüş bu zalim eli kaldırmasını isteriz.
Oradaki Müslüman kardeşlerimize, meşru çerçevede yardımcı olmamız gerekir. Onlara şu şekilde yardımcı olabiliriz:
Onlara dua ederek, seher vaktinde, secdelerimizde, yöneticilerin izin vermesi kaydıyla, namazlarda yaptığımız konut dualarımızda dua etmeliyiz. Benim, namazlarda yapılan konut duasını, yöneticinin iznine bağlamama kesinlikle şaşırıp, bu da neyin nesi demeyin. Bizler bilmekteyiz ki, sahabeler döneminde ümmeti İslam sıkıntılı günler yaşamış ama bunlara rağmen, onların camide imam izin vermediği durumlarda konut yaparak duada bulunduğu naklolmamıştır. Bu sebeple, oradaki kardeşlerimize, secdede, yüce Allah’a yönelişlerimizde ve onu zikrederken dua etmeli, mustazaf olan Müslüman kardeşlerimize yardım etmesini niyaz etmeliyiz. Yüce Allah’a niyazda bulunarak, onların üzerlerine çökmüş bu zalim eli kaldırmasını isteriz.
ŞEYH MUHAMMED B. ÖMER BAZMUL’UN GAZZE’DE YAŞANANLARLA İLGİLİ SORULAN BİR SORUYA VERDİĞİ CEVAP(Üçüncü ve Dördüncü Nokta)
Üçüncü ve Dördüncü Nokta:
Özet olarak, Gazze’de yaşanan olaylarla ilgili duruş ve konumumuz şöyledir:
İlk olarak şunu belirtmeliyim ki, bulanık suda balık avlayan kimselere karşı son derece dikkatli olmalıyız. Onlar hamasi ve duygusal çağrılar yaparak, var olan sorunlarımıza sorun katmakta ve bizleri çıkmaza sürüklemektedirler. Hepinizin bildiği üzere Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Mekke döneminde, kâfirlerin Müslümanlara en acı işkenceler tattırmasına izin veriyordu. Durum öyle bir hal almıştı ki, Müslümanlar Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- den kafirlerle savaşa girmesini istiyorlardı. Allah Rasulü, bir müddet sonra, bazı kimselere hicret etme izni vermiş, geride kalan müslümanlar da, cihat ve savaş izni istemeye devam etmişlerdir. Bir hadis var. Habbab b. el-Eret anlatıyor: Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Kabe’nin gölgesinde, kaftanını yastık edinerek, ona dayanmış oturuyordu, yanına geldik ve (müşriklerin yaptıkları zulüm hakkında) şikayette bulunduk ve ona şöyle dedik: Yâ Resûlallah! Yüce Allah’a, bizim için, dua et! Bizim için, Allah’tan, yardım talep et!
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- de bunun üzerine şöyle buyurdu: “Sizden önce yaşamış insanlardan bir adam yakalanır, kendisi için yerde bir çukur kazılır, o kimse, o çukura, gömülür, sonra bir testere getirilip, başının üzerine konulup, biçilerek ikiye bölünürdü de, bu işkence onu, dininden döndüremezdi! Vallahi, yüce Allah bu işi, muhakkak tamamlayacak, Hattâ hayvanına binmiş bir kimse, San’a’dan çıkıp Hadramevt’e kadar gidecek de, yüce Allah’tan başka, bir şeyden korkmayacak! Ancak, koyunları varsa, onlar hakkında kurt saldırmasından endîşe duyacaktır.
Fakat siz, acele ediyorsunuz! Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Mekke dönemi diye bilinen 13 yıllık zaman diliminde bu hal üzere devam etmiş, Medine’ye hicret ettiğinde iki yıl beklemiş ve yüce Allah’ın şu buyruğu inmiştir “Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah’ın onlara yardım etmeğe gücü yeter”(2) Bu ayetle, savaşmaya izin verilmiş olup, ardından şu ayet gelmiştir, “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez”(3) ve hemen sonra da “Küfrün elebaşlarıyla savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riayet etmeyen kimselerdir”(4) , “Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlarla savaşın”(5) buyrukları inmiştir. Yani, şunu söyleyebiliriz ki, direk cihat etme emri yaklaşık olarak, peygamberliğin 16 ya da 17. yılında gelmiştir. Bilindiği üzere, Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- in peygamberlik süresi 23 yıl olup, 17 yılı sabretmekle ve tavsiye etmekle geçmiştir. Bu gün bizler ne den acele etmekteyiz?
Aranızdan, iyi de onlar ambargo uyguluyorlar, Gazze’de bize işkence ve azap etmekteler diyenleri duyar gibiyim.
Bu sese vereceğim cevap ise şudur: sabredin, acele etmeyin, sorun çıkarmayın. Olayı sabır ve tahammül mertebesinden, kanla sonuçlanacak çatışma aşamasına getirmeyin. Arkadaşlar! Derse gelmeden hemen önce öğrendiğime göre ölü sayısı 537, yaralı sayısı ise 2500’e ulaşmış. Bu ne böyle? Bu kadar ölü ve yaralı küçümsenmemeli. Hani sabır ve hani tahammül? Cihat ne kadar ibadetse, sabırda bir o kadar ibadettir. Hatta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah'ın yarattığı yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir.(6) Evet sabır ibadettir ve bizden kendisine sabırla ibadet etmemizi istemektedir. İnsanları, ambargoya sabretme aşamasından hangi sebep ve nedenle, kanla sonuçlanacak ve birçok cana mal olacak çatışmalara taşıyorsunuz.? Ne savaş ve ne de kendilerini savunma konusunda bir alt yapıları olmayan o insanları neden bu felaketlerle, bombalarla baş başa bıraktınız da kendiniz Beyrut’a ve Lübnan’a sığındınız? Bu sebeple, kimsenin duygu ve hamasetle hareket ederek bu insanları savaşın ortasına itmeye hakkı yoktur. Sabırlı olmak, zorluklara göğüs germek, heyecanlanmamak gerekir. Sabretmek bir ibadettir. Allah Rasulü -sallallâhu aleyhi ve sellem- ve beraberindeki Müslümanlar Kureyş ve kâfirlerin eza ve cefasına çok uzun sabrettiler. 23 sene süren peygamberlik döneminin yaklaşık olarak 17 yılı sabretmekle geçirildi. Bütün bu örneklere rağmen neden sabretme tarafını düşünmez, önemsemeyiz. İki ya da üç sene ambargo yaşandı sabredelim, insanları bu felakete, bu acı savaşa ve bütün bu iç yakan sıkıntılara sürüklemeyelim. Acele ederek, olayı askeri bir hale sokarak çatışmaya girmeyelim. Ey Kardeşim! Allah’tan kork. Allah Rasulü -sallallâhu aleyhi ve sellem- namazla ilgili bir meselede ümmetine acımış ve namazı uzattığı için Muaz b. Cebel’e sen fitneci misin demiştir. Duygularıyla ve hamasetiyle hareket edip, Müslüman kanının dökülmesine sebep olan, gereken mühimmatın onda birine dahi sahip olmamalarına rağmen Müslümanları savaşa sokan kişiler hakkında ne demek doğru olur? Onlara, henüz gereken güce sahip değilken, Müslümanları bu fitneye neden çekiyorsunuz denmez mi? Kureyşli müşrikler, Medine’de yaşayan Yahudilerle Allah Rasulu aleyhine anlaşma yapıp, ambargo uygulayınca, peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- durumu değerlendirip bir ay sonra Gatafan kabilesine elçi göndererek, kâfirlere yardımcı olmamak şartı koşmuş ve karşılığında Medine hurmalıklarının yarısını onlara vermeyi teklif etmişti. Allah Rasulu -sallallâhu aleyhi ve sellem- ensarın ileri gelenlerini bir araya toplayarak, insanların yaşadıkları sıkıntı ve zor durumlardan bahsederek, bundan razı olmadığını ve hoşlanmadığını ifade etmiş ve bütün bunlara rağmen o gün için güçlerini aşan silahlı bir çatışma kararı almamıştır. Salman’ı Farisi’den hendek kazma görüşünü duymuş ve benimsemişti. İşte Rasullullah’ın tavrı bu olmuştu. Şimdi soruyorum, bizlerin dindarlığı Allah Rasulü ve sahabelerinkinden daha mı çok? İmanımız onlarınkinden daha mı güçlü, Allah’a olan sevgimiz onlarınkinden daha mı derin? Elbette hayır. Tüm yaşanan olumsuzluklara ve Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-‘in hoşnutsuzluğuna rağmen çatışma yolunu tercih etmemiş, Gatafan kabilesine bir elçi göndererek onlara Medine hurmalıklarının yarısını vererek anlaşmaya varmak istemişti. Allah teâla, Ensar’ın iki ileri geleninin ayaklarını sabit kılmış ve bu konuda onlar şöyle görüş bildirmişlerdi: “Ey Allah’ın Rasulü, bu hurmalar cahiliye döneminde Yahudilere nasip olmadı şimdi İslam geldikten sonra mı nasip olacak?
Hayır sabredeceğiz! Gördüğünüz gibi, savaşalım demiyorlar, sabrediyorlar ve ummadıkları bir yerden Allah’ın desteği kendilerine hemen geliveriyor. Onlar sabredip, Rasule ittiba edince, Allah katından yağmur ve rüzgâr geliyor ve yardıma mazhar oluyorlar. Bu konuyu, siyer kitaplarında, Ahzab/Hendek savaşı bölümünde iyice okuyun.
Benim tüm söylemek istediğim şudur: Kimse duygu ve hamasetiyle sizleri bir yerlere sürükleyip, ateşin ortasına atmasın. Bazı insanların, cihat ilan edilsin isteklerini işitmekteyim. Ben kesinlikle meşru olan, kuralları ile yapılan cihada karşı değilim. Ama meşru cihadın kuralları vardır ve bu kurallar bu gün için gerçekleşmemiştir. Silahlı çatışmaya girecek gücümüz bulunmamaktadır. Allah kula ancak kaldırabileceği yükü yükler. Bir örnekte İsa aleyhisselam’dan verelim. Ahir zamanda Muhammed -sallallâhu aleyhi ve sellem- ‘in dini ile hükmedecek olan, İsa aleyisselam beraberindeki Müslümanlarla Tur dağına çıkmakla emir olunacak. Yüce Allah, ona şöyle vahiy edecek: ben sizin güç ve kuvvetle karşılık veremeyeceğiniz bir topluluk yarattım, Tur dağında çıkın. Allah teâla ona, Yecüc ve Mecüc’le çarpışmayı emretmedi. Nasıl olurda, Yecüc ve Mecüc’ün kullarıma ve onların toprakları üzerinde yıkıp, yakmalarına izin veriyorsun demedi. Tur dağına çıkmasını emrederek, İsa ve beraberindekilere ben güç, kuvvet koyamayacağınız bir topluluk yarattım diye haber verdi. Bakın, Allah teâla nasıl hüküm veriyor. Buradan da şu anlaşılıyor ki, savunma cihadında bile güç ve kuvvet göz önünde bulundurulmalıdır. Her yaşanan soruna silahlı çatışma ile cevap verilecek olunsaydı, İslam dininin kâfirlerle yapılmasına izin verdiği ateşkes ve anlaşmaların ne anlamı kalırdı. Yüce Allah şöyle buyurmakta:
“Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a güven. O, şüphesiz işitir ve bilir”.(7) Evet bu ayet ne anlam taşıyor o zaman? Buna binaen, Şeyh Abdulaziz b. Baz- rahimehullah- Müslümanların canının korunması ve evlerinin yıkılmaması adına Yahudilerle anlaşma yapmanın caiz olduğu konusunda fetva vermiştir. Bununla birlikte cihat için lazım olacak gerekli hazırlığın yapılmasını söylemiştir. Cihat hazırlığı ilk olarak, manevi, imani hazırlıkla başlar ve peşinden maddi, fiziksel hazırlık gelir. O halde, Müslümanların başına gelen bu olaylar karşısında üzerimize düşen görevimizle ilgili olarak, onlara az önce açıkladığım şekliyle dualarımızla yardım etmeliyiz. Bizler Müslüman kanını çok değerli görmekteyiz, akıtılan bu kanlar küçümsenemez. Bu yaşananlardan ne Allah teâla, ne rasulü ve ne de mü’minler razı olabilir. Bizler önce kendi nefislerimize ve sonra kardeşlerimize sabretmeyi hatırlatarak yüce Allah’a ibadet etmekteyiz. O, şöyle buyurmaktadır: “Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret.”(8) Yaşanan bu tür olaylara karşı sabretmek, hikmetli ve övülen bir siyasettir. Sabır bir ilaçtır. Sabır göstermek, ağır başlı olup, acele etmemek inşallah sorunları çözecektir. Yüce Rabbimizden bu belayı kaldırmasını, bizleri muvaffak kılmasını niyaz ederiz. İnsanları tehlikeye sürüklemek, dinimize ve Allah’ın şeriatını aykırı bir davranıştır.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(2)Hac/39
(3)Bakara/190
(4)Tevbe/12
(5)Tevbe/29
(6)Zümer/10
(7)Enfal/61
(8)Ahkâf/35
Özet olarak, Gazze’de yaşanan olaylarla ilgili duruş ve konumumuz şöyledir:
İlk olarak şunu belirtmeliyim ki, bulanık suda balık avlayan kimselere karşı son derece dikkatli olmalıyız. Onlar hamasi ve duygusal çağrılar yaparak, var olan sorunlarımıza sorun katmakta ve bizleri çıkmaza sürüklemektedirler. Hepinizin bildiği üzere Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Mekke döneminde, kâfirlerin Müslümanlara en acı işkenceler tattırmasına izin veriyordu. Durum öyle bir hal almıştı ki, Müslümanlar Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- den kafirlerle savaşa girmesini istiyorlardı. Allah Rasulü, bir müddet sonra, bazı kimselere hicret etme izni vermiş, geride kalan müslümanlar da, cihat ve savaş izni istemeye devam etmişlerdir. Bir hadis var. Habbab b. el-Eret anlatıyor: Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Kabe’nin gölgesinde, kaftanını yastık edinerek, ona dayanmış oturuyordu, yanına geldik ve (müşriklerin yaptıkları zulüm hakkında) şikayette bulunduk ve ona şöyle dedik: Yâ Resûlallah! Yüce Allah’a, bizim için, dua et! Bizim için, Allah’tan, yardım talep et!
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- de bunun üzerine şöyle buyurdu: “Sizden önce yaşamış insanlardan bir adam yakalanır, kendisi için yerde bir çukur kazılır, o kimse, o çukura, gömülür, sonra bir testere getirilip, başının üzerine konulup, biçilerek ikiye bölünürdü de, bu işkence onu, dininden döndüremezdi! Vallahi, yüce Allah bu işi, muhakkak tamamlayacak, Hattâ hayvanına binmiş bir kimse, San’a’dan çıkıp Hadramevt’e kadar gidecek de, yüce Allah’tan başka, bir şeyden korkmayacak! Ancak, koyunları varsa, onlar hakkında kurt saldırmasından endîşe duyacaktır.
Fakat siz, acele ediyorsunuz! Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Mekke dönemi diye bilinen 13 yıllık zaman diliminde bu hal üzere devam etmiş, Medine’ye hicret ettiğinde iki yıl beklemiş ve yüce Allah’ın şu buyruğu inmiştir “Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah’ın onlara yardım etmeğe gücü yeter”(2) Bu ayetle, savaşmaya izin verilmiş olup, ardından şu ayet gelmiştir, “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez”(3) ve hemen sonra da “Küfrün elebaşlarıyla savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riayet etmeyen kimselerdir”(4) , “Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlarla savaşın”(5) buyrukları inmiştir. Yani, şunu söyleyebiliriz ki, direk cihat etme emri yaklaşık olarak, peygamberliğin 16 ya da 17. yılında gelmiştir. Bilindiği üzere, Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- in peygamberlik süresi 23 yıl olup, 17 yılı sabretmekle ve tavsiye etmekle geçmiştir. Bu gün bizler ne den acele etmekteyiz?
Aranızdan, iyi de onlar ambargo uyguluyorlar, Gazze’de bize işkence ve azap etmekteler diyenleri duyar gibiyim.
Bu sese vereceğim cevap ise şudur: sabredin, acele etmeyin, sorun çıkarmayın. Olayı sabır ve tahammül mertebesinden, kanla sonuçlanacak çatışma aşamasına getirmeyin. Arkadaşlar! Derse gelmeden hemen önce öğrendiğime göre ölü sayısı 537, yaralı sayısı ise 2500’e ulaşmış. Bu ne böyle? Bu kadar ölü ve yaralı küçümsenmemeli. Hani sabır ve hani tahammül? Cihat ne kadar ibadetse, sabırda bir o kadar ibadettir. Hatta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah'ın yarattığı yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir.(6) Evet sabır ibadettir ve bizden kendisine sabırla ibadet etmemizi istemektedir. İnsanları, ambargoya sabretme aşamasından hangi sebep ve nedenle, kanla sonuçlanacak ve birçok cana mal olacak çatışmalara taşıyorsunuz.? Ne savaş ve ne de kendilerini savunma konusunda bir alt yapıları olmayan o insanları neden bu felaketlerle, bombalarla baş başa bıraktınız da kendiniz Beyrut’a ve Lübnan’a sığındınız? Bu sebeple, kimsenin duygu ve hamasetle hareket ederek bu insanları savaşın ortasına itmeye hakkı yoktur. Sabırlı olmak, zorluklara göğüs germek, heyecanlanmamak gerekir. Sabretmek bir ibadettir. Allah Rasulü -sallallâhu aleyhi ve sellem- ve beraberindeki Müslümanlar Kureyş ve kâfirlerin eza ve cefasına çok uzun sabrettiler. 23 sene süren peygamberlik döneminin yaklaşık olarak 17 yılı sabretmekle geçirildi. Bütün bu örneklere rağmen neden sabretme tarafını düşünmez, önemsemeyiz. İki ya da üç sene ambargo yaşandı sabredelim, insanları bu felakete, bu acı savaşa ve bütün bu iç yakan sıkıntılara sürüklemeyelim. Acele ederek, olayı askeri bir hale sokarak çatışmaya girmeyelim. Ey Kardeşim! Allah’tan kork. Allah Rasulü -sallallâhu aleyhi ve sellem- namazla ilgili bir meselede ümmetine acımış ve namazı uzattığı için Muaz b. Cebel’e sen fitneci misin demiştir. Duygularıyla ve hamasetiyle hareket edip, Müslüman kanının dökülmesine sebep olan, gereken mühimmatın onda birine dahi sahip olmamalarına rağmen Müslümanları savaşa sokan kişiler hakkında ne demek doğru olur? Onlara, henüz gereken güce sahip değilken, Müslümanları bu fitneye neden çekiyorsunuz denmez mi? Kureyşli müşrikler, Medine’de yaşayan Yahudilerle Allah Rasulu aleyhine anlaşma yapıp, ambargo uygulayınca, peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- durumu değerlendirip bir ay sonra Gatafan kabilesine elçi göndererek, kâfirlere yardımcı olmamak şartı koşmuş ve karşılığında Medine hurmalıklarının yarısını onlara vermeyi teklif etmişti. Allah Rasulu -sallallâhu aleyhi ve sellem- ensarın ileri gelenlerini bir araya toplayarak, insanların yaşadıkları sıkıntı ve zor durumlardan bahsederek, bundan razı olmadığını ve hoşlanmadığını ifade etmiş ve bütün bunlara rağmen o gün için güçlerini aşan silahlı bir çatışma kararı almamıştır. Salman’ı Farisi’den hendek kazma görüşünü duymuş ve benimsemişti. İşte Rasullullah’ın tavrı bu olmuştu. Şimdi soruyorum, bizlerin dindarlığı Allah Rasulü ve sahabelerinkinden daha mı çok? İmanımız onlarınkinden daha mı güçlü, Allah’a olan sevgimiz onlarınkinden daha mı derin? Elbette hayır. Tüm yaşanan olumsuzluklara ve Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-‘in hoşnutsuzluğuna rağmen çatışma yolunu tercih etmemiş, Gatafan kabilesine bir elçi göndererek onlara Medine hurmalıklarının yarısını vererek anlaşmaya varmak istemişti. Allah teâla, Ensar’ın iki ileri geleninin ayaklarını sabit kılmış ve bu konuda onlar şöyle görüş bildirmişlerdi: “Ey Allah’ın Rasulü, bu hurmalar cahiliye döneminde Yahudilere nasip olmadı şimdi İslam geldikten sonra mı nasip olacak?
Hayır sabredeceğiz! Gördüğünüz gibi, savaşalım demiyorlar, sabrediyorlar ve ummadıkları bir yerden Allah’ın desteği kendilerine hemen geliveriyor. Onlar sabredip, Rasule ittiba edince, Allah katından yağmur ve rüzgâr geliyor ve yardıma mazhar oluyorlar. Bu konuyu, siyer kitaplarında, Ahzab/Hendek savaşı bölümünde iyice okuyun.
Benim tüm söylemek istediğim şudur: Kimse duygu ve hamasetiyle sizleri bir yerlere sürükleyip, ateşin ortasına atmasın. Bazı insanların, cihat ilan edilsin isteklerini işitmekteyim. Ben kesinlikle meşru olan, kuralları ile yapılan cihada karşı değilim. Ama meşru cihadın kuralları vardır ve bu kurallar bu gün için gerçekleşmemiştir. Silahlı çatışmaya girecek gücümüz bulunmamaktadır. Allah kula ancak kaldırabileceği yükü yükler. Bir örnekte İsa aleyhisselam’dan verelim. Ahir zamanda Muhammed -sallallâhu aleyhi ve sellem- ‘in dini ile hükmedecek olan, İsa aleyisselam beraberindeki Müslümanlarla Tur dağına çıkmakla emir olunacak. Yüce Allah, ona şöyle vahiy edecek: ben sizin güç ve kuvvetle karşılık veremeyeceğiniz bir topluluk yarattım, Tur dağında çıkın. Allah teâla ona, Yecüc ve Mecüc’le çarpışmayı emretmedi. Nasıl olurda, Yecüc ve Mecüc’ün kullarıma ve onların toprakları üzerinde yıkıp, yakmalarına izin veriyorsun demedi. Tur dağına çıkmasını emrederek, İsa ve beraberindekilere ben güç, kuvvet koyamayacağınız bir topluluk yarattım diye haber verdi. Bakın, Allah teâla nasıl hüküm veriyor. Buradan da şu anlaşılıyor ki, savunma cihadında bile güç ve kuvvet göz önünde bulundurulmalıdır. Her yaşanan soruna silahlı çatışma ile cevap verilecek olunsaydı, İslam dininin kâfirlerle yapılmasına izin verdiği ateşkes ve anlaşmaların ne anlamı kalırdı. Yüce Allah şöyle buyurmakta:
“Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a güven. O, şüphesiz işitir ve bilir”.(7) Evet bu ayet ne anlam taşıyor o zaman? Buna binaen, Şeyh Abdulaziz b. Baz- rahimehullah- Müslümanların canının korunması ve evlerinin yıkılmaması adına Yahudilerle anlaşma yapmanın caiz olduğu konusunda fetva vermiştir. Bununla birlikte cihat için lazım olacak gerekli hazırlığın yapılmasını söylemiştir. Cihat hazırlığı ilk olarak, manevi, imani hazırlıkla başlar ve peşinden maddi, fiziksel hazırlık gelir. O halde, Müslümanların başına gelen bu olaylar karşısında üzerimize düşen görevimizle ilgili olarak, onlara az önce açıkladığım şekliyle dualarımızla yardım etmeliyiz. Bizler Müslüman kanını çok değerli görmekteyiz, akıtılan bu kanlar küçümsenemez. Bu yaşananlardan ne Allah teâla, ne rasulü ve ne de mü’minler razı olabilir. Bizler önce kendi nefislerimize ve sonra kardeşlerimize sabretmeyi hatırlatarak yüce Allah’a ibadet etmekteyiz. O, şöyle buyurmaktadır: “Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret.”(8) Yaşanan bu tür olaylara karşı sabretmek, hikmetli ve övülen bir siyasettir. Sabır bir ilaçtır. Sabır göstermek, ağır başlı olup, acele etmemek inşallah sorunları çözecektir. Yüce Rabbimizden bu belayı kaldırmasını, bizleri muvaffak kılmasını niyaz ederiz. İnsanları tehlikeye sürüklemek, dinimize ve Allah’ın şeriatını aykırı bir davranıştır.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(2)Hac/39
(3)Bakara/190
(4)Tevbe/12
(5)Tevbe/29
(6)Zümer/10
(7)Enfal/61
(8)Ahkâf/35
ŞEYH MUHAMMED B. ÖMER BAZMUL’UN GAZZE’DE YAŞANANLARLA İLGİLİ SORULAN BİR SORUYA VERDİĞİ CEVAP(Beşinci Nokta)
Beşinci Olarak:
Oradaki Müslüman kardeşlerimize, yöneticiler tarafından belirlenen resmi kanallar aracılığıyla maddi yardımlar göndermekte görevlerimiz arasında yeralır. Yöneticiler, oraya yardımların gitmesi için bir kapı açmışlarsa, bu konuda onları işitip, itaat etmek gerekir. Yardıma gücü yetenler, gönülden verenler yardımda bulunsunlar. Bu yardımların resmi kanallarla ulaştırılmaya çalışılmasına dikkat etsinler. Kuruluşların isminin şöhretine bakıp aldanarak, yardımları resmi olmayan yollarla göndermeye kalmasınlar.
Bu konuda özetle söyleyebileceklerimiz şimdilik bu kadardır. Yüce Allah’tan onlara yardım etmesini, ayaklarını sabit kılmasını, düşmanları ve düşmanlarımız olan Yahudilere karşı muzaffer kılmasını ve onları üstün kılmasını, bizlere, o zalimler, işgalciler, düşmanlar üzerinde kudretinin beklenmedik taraflarını göstermesini niyaz ederim. Salat ve selam nebi Muhammed’e âline ve ashabına olsun. Amin.
Oradaki Müslüman kardeşlerimize, yöneticiler tarafından belirlenen resmi kanallar aracılığıyla maddi yardımlar göndermekte görevlerimiz arasında yeralır. Yöneticiler, oraya yardımların gitmesi için bir kapı açmışlarsa, bu konuda onları işitip, itaat etmek gerekir. Yardıma gücü yetenler, gönülden verenler yardımda bulunsunlar. Bu yardımların resmi kanallarla ulaştırılmaya çalışılmasına dikkat etsinler. Kuruluşların isminin şöhretine bakıp aldanarak, yardımları resmi olmayan yollarla göndermeye kalmasınlar.
Bu konuda özetle söyleyebileceklerimiz şimdilik bu kadardır. Yüce Allah’tan onlara yardım etmesini, ayaklarını sabit kılmasını, düşmanları ve düşmanlarımız olan Yahudilere karşı muzaffer kılmasını ve onları üstün kılmasını, bizlere, o zalimler, işgalciler, düşmanlar üzerinde kudretinin beklenmedik taraflarını göstermesini niyaz ederim. Salat ve selam nebi Muhammed’e âline ve ashabına olsun. Amin.
Subscribe to:
Posts (Atom)