Monday, February 16, 2009

ŞEYH MUHAMMED B. ÖMER BAZMUL’UN GAZZE’DE YAŞANANLARLA İLGİLİ SORULAN BİR SORUYA VERDİĞİ CEVAP(Birinci Nokta)

ŞEYH MUHAMMED B. ÖMER BAZMUL’UN GAZZE’DE YAŞANANLARLA İLGİLİ SORULAN BİR SORUYA VERDİĞİ CEVAP(1)


Filistin’de, Gazze’de Müslüman kardeşlerimizin yaşadığı sorunlarla ilgili üzerimize düşen görevlerimizi birkaç noktada sıralayabiliriz:

Birinci Nokta:


Müslüman kanının son derece değerli olduğunu ve onu akıtmanın haram olduğunu gözlerimizin önünde tutmalıyız. İbn Mace’nin rivayet ettiği hadiste Abdullah b. Ömer -radiyallâhu anhuma- şöyle demiştir: “ Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- i Kâbe’yi tavaf ederken gördüm. Şöyle diyordu: “(Ey Kâbe!) ne kadar hoşsun, kokun ne kadar güzel! Hürmetin ne kadarda yüce! Nefsimi elinde tutan Allaha yemin ederim ki, Allah nezdinde malı ile canı ile müminin hürmeti dokunulmazlığı, senin hürmetinden daha büyüktür”. Tirmizi’nin İbn Ömer’den rivayet ettiği hadisin lafzı ise şu şekildedir: Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- minbere çıktı ve en yüksek sesiyle seslenerek, şöyle dedi: Ey diliyle iman edipte, henüz iman kalplerine girmemiş olanlar. Müslümanlara eziyet vermeyin, ayıplamayın, onların gizli taraflarını araştırmayın. Zira kim mümin kardeşinin ayıplarını araştırmaya kalkarsa, Allah da onun gizliliklerini takip eder. Allah kimin gizli tarafını araştırsa onu rezil, rüsva eder. İsterse o kişi evinin içinde saklanmış olsun. Bu hadisi rivayet eden Abdullah İbn Ömer -radiyallâhu anhuma- bir gün Kâbe’ye bakıp şöyle demiştir: ‘’Nede büyüksün. Hürmetin/şanın ne büyük, fakat Allah indinde müminin hürmeti/şanı senden çok daha büyüktür.’’ Tirmizi bu hadis hakkında “hasen-ğarib”, Şeyh el-Elbani de Sahihi Süneni’t-Tirmizi kitabında sahih demiştir.
Bakın! Bir Müslüman, Kâbe’yi yerle bir eden bir kişiyi görse, bunu nasıl karşılar, nasıl büyütür değil mi? Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- nefsim elinde olan Allaha yemin ederim ki, Allah nezdinde malı ile canı ile müminin hürmeti dokunulmazlığı, senin hürmetinden daha büyüktür demiştir. İşte, ilk olarak aklımızda bulundurmamız gereken mesele, Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ‘in sünnetine bağlanmış o pak, temiz ve arı mümin nefislere ait dökülen kanın ne kadar şerefli ve dokunulmasının haram oluşudur. Bizler bu akıtılan kanlarla ilgili olarak, bu kanların şerefli ve değerli olduğu ve kalbimizde yerlerinin bu mertebede olduğunu söylemekteyiz. Allah’a yemin olsun ki, Müslümanlara ait bir damla kanın akıtılmasına dahi razı değiliz. O mukaddes toprakları işgal etmiş, azgın düşmanların yapmış oldukları bu vahşiliğe kalbimiz nasıl dayanır. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Kimsenin bu dökülen, hakkı yenen, hürmetine el uzatılan kanları ve o mukaddes toprakları küçümsemeye ve kâfir, günahkâr, azgın ve saldırgan düşmanların bu eylemlerinin onda birine razı olmaya hakkı yoktur.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1)Şeyh’e pazartesi günü okuttuğu “ Fadlu’l-İslam” adlı derste, Gazze’de yaşayan kardeşlerimizin başına gelenler hakkında bizlerin üzerine düşen görev ne dir? Diye bir soru soruldu. Şeyh bu soruya binaen yukarıdaki konuşmayı yaptı.

ŞEYH MUHAMMED B. ÖMER BAZMUL’UN GAZZE’DE YAŞANANLARLA İLGİLİ SORULAN BİR SORUYA VERDİĞİ CEVAP(İkinci Nokta)

İkinci Nokta:

Oradaki Müslüman kardeşlerimize, meşru çerçevede yardımcı olmamız gerekir. Onlara şu şekilde yardımcı olabiliriz:
Onlara dua ederek, seher vaktinde, secdelerimizde, yöneticilerin izin vermesi kaydıyla, namazlarda yaptığımız konut dualarımızda dua etmeliyiz. Benim, namazlarda yapılan konut duasını, yöneticinin iznine bağlamama kesinlikle şaşırıp, bu da neyin nesi demeyin. Bizler bilmekteyiz ki, sahabeler döneminde ümmeti İslam sıkıntılı günler yaşamış ama bunlara rağmen, onların camide imam izin vermediği durumlarda konut yaparak duada bulunduğu naklolmamıştır. Bu sebeple, oradaki kardeşlerimize, secdede, yüce Allah’a yönelişlerimizde ve onu zikrederken dua etmeli, mustazaf olan Müslüman kardeşlerimize yardım etmesini niyaz etmeliyiz. Yüce Allah’a niyazda bulunarak, onların üzerlerine çökmüş bu zalim eli kaldırmasını isteriz.

ŞEYH MUHAMMED B. ÖMER BAZMUL’UN GAZZE’DE YAŞANANLARLA İLGİLİ SORULAN BİR SORUYA VERDİĞİ CEVAP(Üçüncü ve Dördüncü Nokta)

Üçüncü ve Dördüncü Nokta:

Özet olarak, Gazze’de yaşanan olaylarla ilgili duruş ve konumumuz şöyledir:
İlk olarak şunu belirtmeliyim ki, bulanık suda balık avlayan kimselere karşı son derece dikkatli olmalıyız. Onlar hamasi ve duygusal çağrılar yaparak, var olan sorunlarımıza sorun katmakta ve bizleri çıkmaza sürüklemektedirler. Hepinizin bildiği üzere Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Mekke döneminde, kâfirlerin Müslümanlara en acı işkenceler tattırmasına izin veriyordu. Durum öyle bir hal almıştı ki, Müslümanlar Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- den kafirlerle savaşa girmesini istiyorlardı. Allah Rasulü, bir müddet sonra, bazı kimselere hicret etme izni vermiş, geride kalan müslümanlar da, cihat ve savaş izni istemeye devam etmişlerdir. Bir hadis var. Habbab b. el-Eret anlatıyor: Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Kabe’nin gölgesinde, kaftanını yastık edinerek, ona dayanmış oturuyordu, yanına geldik ve (müşriklerin yaptıkları zulüm hakkında) şikayette bulunduk ve ona şöyle dedik: Yâ Resûlallah! Yüce Allah’a, bizim için, dua et! Bizim için, Allah’tan, yardım talep et!
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- de bunun üzerine şöyle buyurdu: “Sizden önce yaşamış insanlardan bir adam yakalanır, kendisi için yerde bir çukur kazılır, o kimse, o çukura, gömülür, sonra bir testere getirilip, başının üzerine konulup, biçilerek ikiye bölünürdü de, bu işkence onu, dininden döndüremezdi! Vallahi, yüce Allah bu işi, muhakkak tamamlayacak, Hattâ hayvanına binmiş bir kimse, San’a’dan çıkıp Hadramevt’e kadar gidecek de, yüce Allah’tan başka, bir şeyden korkmayacak! Ancak, koyunları varsa, onlar hakkında kurt saldırmasından endîşe duyacaktır.
Fakat siz, acele ediyorsunuz! Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Mekke dönemi diye bilinen 13 yıllık zaman diliminde bu hal üzere devam etmiş, Medine’ye hicret ettiğinde iki yıl beklemiş ve yüce Allah’ın şu buyruğu inmiştir “Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah’ın onlara yardım etmeğe gücü yeter”(2) Bu ayetle, savaşmaya izin verilmiş olup, ardından şu ayet gelmiştir, “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez”(3) ve hemen sonra da “Küfrün elebaşlarıyla savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riayet etmeyen kimselerdir”(4) , “Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlarla savaşın”(5) buyrukları inmiştir. Yani, şunu söyleyebiliriz ki, direk cihat etme emri yaklaşık olarak, peygamberliğin 16 ya da 17. yılında gelmiştir. Bilindiği üzere, Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- in peygamberlik süresi 23 yıl olup, 17 yılı sabretmekle ve tavsiye etmekle geçmiştir. Bu gün bizler ne den acele etmekteyiz?
Aranızdan, iyi de onlar ambargo uyguluyorlar, Gazze’de bize işkence ve azap etmekteler diyenleri duyar gibiyim.
Bu sese vereceğim cevap ise şudur: sabredin, acele etmeyin, sorun çıkarmayın. Olayı sabır ve tahammül mertebesinden, kanla sonuçlanacak çatışma aşamasına getirmeyin. Arkadaşlar! Derse gelmeden hemen önce öğrendiğime göre ölü sayısı 537, yaralı sayısı ise 2500’e ulaşmış. Bu ne böyle? Bu kadar ölü ve yaralı küçümsenmemeli. Hani sabır ve hani tahammül? Cihat ne kadar ibadetse, sabırda bir o kadar ibadettir. Hatta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah'ın yarattığı yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir.(6) Evet sabır ibadettir ve bizden kendisine sabırla ibadet etmemizi istemektedir. İnsanları, ambargoya sabretme aşamasından hangi sebep ve nedenle, kanla sonuçlanacak ve birçok cana mal olacak çatışmalara taşıyorsunuz.? Ne savaş ve ne de kendilerini savunma konusunda bir alt yapıları olmayan o insanları neden bu felaketlerle, bombalarla baş başa bıraktınız da kendiniz Beyrut’a ve Lübnan’a sığındınız? Bu sebeple, kimsenin duygu ve hamasetle hareket ederek bu insanları savaşın ortasına itmeye hakkı yoktur. Sabırlı olmak, zorluklara göğüs germek, heyecanlanmamak gerekir. Sabretmek bir ibadettir. Allah Rasulü -sallallâhu aleyhi ve sellem- ve beraberindeki Müslümanlar Kureyş ve kâfirlerin eza ve cefasına çok uzun sabrettiler. 23 sene süren peygamberlik döneminin yaklaşık olarak 17 yılı sabretmekle geçirildi. Bütün bu örneklere rağmen neden sabretme tarafını düşünmez, önemsemeyiz. İki ya da üç sene ambargo yaşandı sabredelim, insanları bu felakete, bu acı savaşa ve bütün bu iç yakan sıkıntılara sürüklemeyelim. Acele ederek, olayı askeri bir hale sokarak çatışmaya girmeyelim. Ey Kardeşim! Allah’tan kork. Allah Rasulü -sallallâhu aleyhi ve sellem- namazla ilgili bir meselede ümmetine acımış ve namazı uzattığı için Muaz b. Cebel’e sen fitneci misin demiştir. Duygularıyla ve hamasetiyle hareket edip, Müslüman kanının dökülmesine sebep olan, gereken mühimmatın onda birine dahi sahip olmamalarına rağmen Müslümanları savaşa sokan kişiler hakkında ne demek doğru olur? Onlara, henüz gereken güce sahip değilken, Müslümanları bu fitneye neden çekiyorsunuz denmez mi? Kureyşli müşrikler, Medine’de yaşayan Yahudilerle Allah Rasulu aleyhine anlaşma yapıp, ambargo uygulayınca, peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- durumu değerlendirip bir ay sonra Gatafan kabilesine elçi göndererek, kâfirlere yardımcı olmamak şartı koşmuş ve karşılığında Medine hurmalıklarının yarısını onlara vermeyi teklif etmişti. Allah Rasulu -sallallâhu aleyhi ve sellem- ensarın ileri gelenlerini bir araya toplayarak, insanların yaşadıkları sıkıntı ve zor durumlardan bahsederek, bundan razı olmadığını ve hoşlanmadığını ifade etmiş ve bütün bunlara rağmen o gün için güçlerini aşan silahlı bir çatışma kararı almamıştır. Salman’ı Farisi’den hendek kazma görüşünü duymuş ve benimsemişti. İşte Rasullullah’ın tavrı bu olmuştu. Şimdi soruyorum, bizlerin dindarlığı Allah Rasulü ve sahabelerinkinden daha mı çok? İmanımız onlarınkinden daha mı güçlü, Allah’a olan sevgimiz onlarınkinden daha mı derin? Elbette hayır. Tüm yaşanan olumsuzluklara ve Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-‘in hoşnutsuzluğuna rağmen çatışma yolunu tercih etmemiş, Gatafan kabilesine bir elçi göndererek onlara Medine hurmalıklarının yarısını vererek anlaşmaya varmak istemişti. Allah teâla, Ensar’ın iki ileri geleninin ayaklarını sabit kılmış ve bu konuda onlar şöyle görüş bildirmişlerdi: “Ey Allah’ın Rasulü, bu hurmalar cahiliye döneminde Yahudilere nasip olmadı şimdi İslam geldikten sonra mı nasip olacak?
Hayır sabredeceğiz! Gördüğünüz gibi, savaşalım demiyorlar, sabrediyorlar ve ummadıkları bir yerden Allah’ın desteği kendilerine hemen geliveriyor. Onlar sabredip, Rasule ittiba edince, Allah katından yağmur ve rüzgâr geliyor ve yardıma mazhar oluyorlar. Bu konuyu, siyer kitaplarında, Ahzab/Hendek savaşı bölümünde iyice okuyun.
Benim tüm söylemek istediğim şudur: Kimse duygu ve hamasetiyle sizleri bir yerlere sürükleyip, ateşin ortasına atmasın. Bazı insanların, cihat ilan edilsin isteklerini işitmekteyim. Ben kesinlikle meşru olan, kuralları ile yapılan cihada karşı değilim. Ama meşru cihadın kuralları vardır ve bu kurallar bu gün için gerçekleşmemiştir. Silahlı çatışmaya girecek gücümüz bulunmamaktadır. Allah kula ancak kaldırabileceği yükü yükler. Bir örnekte İsa aleyhisselam’dan verelim. Ahir zamanda Muhammed -sallallâhu aleyhi ve sellem- ‘in dini ile hükmedecek olan, İsa aleyisselam beraberindeki Müslümanlarla Tur dağına çıkmakla emir olunacak. Yüce Allah, ona şöyle vahiy edecek: ben sizin güç ve kuvvetle karşılık veremeyeceğiniz bir topluluk yarattım, Tur dağında çıkın. Allah teâla ona, Yecüc ve Mecüc’le çarpışmayı emretmedi. Nasıl olurda, Yecüc ve Mecüc’ün kullarıma ve onların toprakları üzerinde yıkıp, yakmalarına izin veriyorsun demedi. Tur dağına çıkmasını emrederek, İsa ve beraberindekilere ben güç, kuvvet koyamayacağınız bir topluluk yarattım diye haber verdi. Bakın, Allah teâla nasıl hüküm veriyor. Buradan da şu anlaşılıyor ki, savunma cihadında bile güç ve kuvvet göz önünde bulundurulmalıdır. Her yaşanan soruna silahlı çatışma ile cevap verilecek olunsaydı, İslam dininin kâfirlerle yapılmasına izin verdiği ateşkes ve anlaşmaların ne anlamı kalırdı. Yüce Allah şöyle buyurmakta:
“Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a güven. O, şüphesiz işitir ve bilir”.(7) Evet bu ayet ne anlam taşıyor o zaman? Buna binaen, Şeyh Abdulaziz b. Baz- rahimehullah- Müslümanların canının korunması ve evlerinin yıkılmaması adına Yahudilerle anlaşma yapmanın caiz olduğu konusunda fetva vermiştir. Bununla birlikte cihat için lazım olacak gerekli hazırlığın yapılmasını söylemiştir. Cihat hazırlığı ilk olarak, manevi, imani hazırlıkla başlar ve peşinden maddi, fiziksel hazırlık gelir. O halde, Müslümanların başına gelen bu olaylar karşısında üzerimize düşen görevimizle ilgili olarak, onlara az önce açıkladığım şekliyle dualarımızla yardım etmeliyiz. Bizler Müslüman kanını çok değerli görmekteyiz, akıtılan bu kanlar küçümsenemez. Bu yaşananlardan ne Allah teâla, ne rasulü ve ne de mü’minler razı olabilir. Bizler önce kendi nefislerimize ve sonra kardeşlerimize sabretmeyi hatırlatarak yüce Allah’a ibadet etmekteyiz. O, şöyle buyurmaktadır: “Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret.”(8) Yaşanan bu tür olaylara karşı sabretmek, hikmetli ve övülen bir siyasettir. Sabır bir ilaçtır. Sabır göstermek, ağır başlı olup, acele etmemek inşallah sorunları çözecektir. Yüce Rabbimizden bu belayı kaldırmasını, bizleri muvaffak kılmasını niyaz ederiz. İnsanları tehlikeye sürüklemek, dinimize ve Allah’ın şeriatını aykırı bir davranıştır.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(2)Hac/39
(3)Bakara/190
(4)Tevbe/12
(5)Tevbe/29
(6)Zümer/10
(7)Enfal/61
(8)Ahkâf/35

ŞEYH MUHAMMED B. ÖMER BAZMUL’UN GAZZE’DE YAŞANANLARLA İLGİLİ SORULAN BİR SORUYA VERDİĞİ CEVAP(Beşinci Nokta)

Beşinci Olarak:

Oradaki Müslüman kardeşlerimize, yöneticiler tarafından belirlenen resmi kanallar aracılığıyla maddi yardımlar göndermekte görevlerimiz arasında yeralır. Yöneticiler, oraya yardımların gitmesi için bir kapı açmışlarsa, bu konuda onları işitip, itaat etmek gerekir. Yardıma gücü yetenler, gönülden verenler yardımda bulunsunlar. Bu yardımların resmi kanallarla ulaştırılmaya çalışılmasına dikkat etsinler. Kuruluşların isminin şöhretine bakıp aldanarak, yardımları resmi olmayan yollarla göndermeye kalmasınlar.
Bu konuda özetle söyleyebileceklerimiz şimdilik bu kadardır. Yüce Allah’tan onlara yardım etmesini, ayaklarını sabit kılmasını, düşmanları ve düşmanlarımız olan Yahudilere karşı muzaffer kılmasını ve onları üstün kılmasını, bizlere, o zalimler, işgalciler, düşmanlar üzerinde kudretinin beklenmedik taraflarını göstermesini niyaz ederim. Salat ve selam nebi Muhammed’e âline ve ashabına olsun. Amin.